BAŞKANLIK NEDİR ABİ BANA ANLATIRMISIN;
Son günlerde hemen her kesin insanların dillerinden düşmediği “Başkanlık, Referandum,Evet mi Hayırmı” sanki seferberlik haline gelmiş görünüyor.
Millet artık başta devletin televizyonu olmak üzere yazılı ve görsel medyaların taraflı haber yayınlarına bile inancını yitirmiş, “Ne olacak memleketin hali” diyerek tepkili oldukları aşikardır.
NEDİR BU BAŞKANLIK ABİ;
Yeryüzündeki her milletin hayatında çok önemli zaman dilimleri ve tarihi dönemeçler bulunmaktadır.
Çok kısa bir zaman sonra yapılacak milletvekili seçimlerini de hem son zamanlarda iktidar partisi AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sıklıkla dile getirilen ve her konuşmasında hemen hemen 400 milletvekili vurgusu yaparak, “Başkanlık Sistemi” istediğini dile getirmesi açısından görmek ve değerlendirmek zorundayız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 400 milletvekili istemektedir. Bu isteğinin mutlak amacı mevcut 1982 Anayasasını değiştirerek sorumsuz, diktatör bir Cumhurbaşkanı’nın iradesiyle ülkeyi yönetmek olacaktır. Elbette yapılacak anayasa değişikliğinden sonra da zaten eline geçirdiği devletin işleyişindeki tüm kurumların kendisinde oluşturduğu azamet ile “Başkanlık sistemi’ne” geçiş kaçınılmaz olacaktır.
Peki, nedir bu AKP ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından sıkça dillendirilen, üzerinde çok konuşulan ancak pek fazla da bir derinliğe inilmeyen Başkanlık sistemi? İşte bu makalemde geniş ve derinlemesine bir çalışma ile konuya binaen uzmanlarında görüşlerine yer vererek aktarmaya çalışacağım.
Başkanlık sistemi: Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrıma ve dengeye dayanan, olanaklarını genişleten bir hükümet sistemidir. Bu tanımı ile dünyada birbirinden farklı kendi tarihi, sosyolojik ve siyasal koşullarının ürünü haline gelmiş “Başkanlık” rejimleri de mevcuttur. Dünyada: ABD, Rusya Federasyonu, Fransa (Yarı Başkanlık), Brezilya, Güney Kore, Meksika, Azerbaycan ve Mısır gibi ülkeler ‘başkanlık sistemi’ni uygulamaktadırlar.
Her toplumun kendi tarihsel tecrübeleri ışığında belirledikleri ve uyguladıkları devlet yönetim modelleri vardır ve çağın gerektirdiği dönüşümler sebebiyle değişimlere uğraması da kaçınılmazdır ancak günümüz Türkiye’sinde mevcut parlamenter demokratik sistemin ülke ihtiyaçlarını karşılamakta yetersizliğinden ziyade, karar alma ve uygulama da açıkçası her şeyi kontrol altında tutma konusunda daha geniş yetkilere sahip olma arzu ve hevesleri yatmaktadır.
“Başkanlık sistemi”nin başarılı ve doğru uygulandığı birkaç istisna ülke dışında hızlı bir şekilde diktatörlüğe kayan / kaymış ülkelerde mevcuttur. Mısır’da darbe ile yönetime geçen Abdülfettah El Sisi, kendi arzu ve heveslerine göre bir başkanlık sistemi kurgulamıştır. Wiladimir Putin’li Rusya Federasyonundaki başkanlık sistemi ise tam anlamıyla ‘Tek Adam’ yönetimidir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın ve üst düzey AKP’li yönetici ve bürokratlarının bir dönem sıklıkla kullandıkları “Meksika usulü başkanlık modeli” ise başkan olacak kişinin sınırsız yetkileri ile “Emperyal Başkanlık” olarak nitelendirilmiştir. Doğru, başarılı ve uygulanabilir olarak gördükleri ABD’deki başkanlık modeli ise, sistemin kendi içinde “Fren ve Denge” mekanizmalarının işlemesine borçludur.
“Yolumuzun üzerine bir inek oturmuş. Yolumuzu kapatmaktadır, menzilimize ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla usul usul sonra evvel Allah sizlerin yardımıyla artık nasıl olursa olsun, nasıl denk gelirse kaldıracağız.”(1) Diyerek önce “Başkanlık sistemi”nde ne denli ısrarcı olduğunu ve inek olarak tanımladığı “Fren ve Denge” mekanizmalarına atıf yaparak ortadan kaldırmak istediğini açıkça beyan etmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, devlet yönetiminde asıl şikâyetçi olduğu nokta tam da burasıdır yani parlamenter demokrasi sistemdeki “Fren ve Denge” mekanizmalarıdır. O halde şöyle bir soruyu sormak kaçınılmaz olmuştur. Madem ki Recep Tayyip Erdoğan, mevcut “Parlamenter Demokratik Sistem”deki “Fren ve Denge” işlevini yerine getiren mekanizmalardan şikayetçidir o halde ABD’deki başkanlık modelini nasıl uygulayacaktır?
Başkanlık sistemi’, mevcut 1982 Anayasası’nın uygulanmasına geçilmesinden bu yana, tek başına iktidara gelen siyasi parti liderlerinin değişmeyen ortak heves ve arzusu olmuştur. Ancak her ne kadar tek ortak yanlarını başkanlık sisteminde heves ve arzularının yanı sıra, ne 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ne de 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in siyasi partilerinin tek başına iktidar olduğu dönemlerde, günümüz iktidarı AKP ve 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kadar ısrarcı bir yaklaşımla dillendirme imkânlarını yakalayamamışlardır.
İktidar partisi AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, mevcut demokratik parlamenter sistem işleyişinin “ülke ihtiyaçlarını karşılamakta yeterli gelmediği”ni ve ülke için yapılmak istenenlerin mevcut sistemdeki “fren ve denge” mekanizmalarının engel olduğunu dile getirmektedir. Peki, iktidara gelen bir siyasi parti hükümet sisteminden ya da Anayasal düzenden ne beklemektedir? Anayasaların amacının, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı bir hukuk sistemini oluşturmak olduğu değil midir? Mevcut demokratik parlamenter sistemde bu uygulamayı beceremeyen bir iktidar nasıl olur da “başkanlık sistemi”ni getirmek için böyle bir gerekçeyi öne çıkarır? Temel hak ve özgürlüklerin güncel siyasal etkilerden etkilenmemesi ve çalışır olması için yasalar gibi kolay değiştirilmeyecek sert ve en üst hukuksal metinler olan Anayasa ile güvence altına alınmışlardır. Anayasalarda düzenlenen diğer bir önemli husus ise devlet organlarının oluşumu, işleyişi ve bu organların birbirleri ile ilişkileridir. AKP hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın tam da bu önemli hususa atıf yaparak “elimizi kolumuzu bağlıyor” dediği bilinmektedir.(2)
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sistemin ülkenin sorunlarına çözümüne katkı sağlayacağı yönündeki düşünceleri, devlet ve millet yararına siyasal bir öneriden daha çok farklı oluşumlara yani diktatörlüğe açık bir tutum sergilediği olarak algılanmaktadır.
Genel olarak uzmanların AKP’nin önerdiği başkanlık sistemi modeline bakıldığında, sistemin en iyi uygulandığı “Amerikan başkanlık sistemi”ne benzerlikler söz konusu olmuş olsa da, çok bariz farklılıkların olduğu da belirtilmektedir. Bu farklılıkların ABD’de, başkanın yetkilerinin daraltıldığı durumlar da “Türk usulü başkanlık sistemi”nde ise yetkilerin aşılmasını ortaya çıkartmaktadır. Uzmanların dikkat çektiği diğer bir konunun ise “ABD’de başkana verilmeyen yetkilerin Türkiye için önerilen ‘Türk tipi başkanlık sisteminden’, Latin Amerika ülkelerinde uygulanan modellerden esinlenerek yapıldığı ve bu öneriyle birlikte ‘Latin Amerika başkanlık sistemine’ doğru kayıldığı vurgulanmaktadır.”(3)
Dolayısıyla her ne kadar başkanlık sistemi denildiği zaman akıllara ilk önce ABD gelse bile, başkanlık sisteminin yürürlükte olduğu tek ülke ABD olmamakla birlikte, ABD başkanlık modelinin diğer ülkelerde sağlıklı sonuçların alınamadığı da bilinen bir gerçektir. Esasen ABD’deki başkanlık modelinin de çok da başarılı olduğu ya da tüm ABD vatandaşlarını ve ABD çıkarlarını gözetlediği söylenemez zira bu konudaAmerikalı Sosyolog C.W. Mills şöyle demektedir. “ABD’deki başkanlık sisteminin de son kerte de demokratik filan değil, düpedüz elitist yani seçkinci bir sistem olduğu kanaatimdedir.”(4) Demokratik düzen ve yöntemlerden biri olan, sert kuvvetler ayrılığına dayanan “Başkanlık sisteminin” diğer devlet yönetim sistemlerine göre olumlu ve olumsuz yanları ise iki düşünce ekseninde yoğunlaşmıştır. Buna göre sistemin olumlu yanı için; diğer demokratik devlet yönetimlerine nazaran daha kararcı ve istikrarlı bir yönetimin olabileceği, olumsuz yanının ise iktidarın kişiselleşebileceği yani başkanın demokratik meşruluğa sahip diktatöre dönüşebileceği endişesi olarak iki ana unsur göze çarpmaktadır ki tam da bu nokta da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarlı istek, arzu ve hevesleri doğrultusunda “Türk tipi başkalık sistemi’nin” hayata geçirilecek olması düşündürücüdür. Düşündürücüdür çünkü zatenc12 yıldan bu yana Türkiye’yi “Tek Adam-Tek Parti” yani AKP ve Recep Tayyip Erdoğan yönetimi mevcutken başkanlık sistemine geçilmiş olması ve bu sistemin pratiğe dökülmüş olacağını düşündüğümüzde, ülkemiz ve milletimizin maazallah ‘sömürge valiliği’ne dönecek olması korkutmaktadır.
Bugün “Başkanlık sisteminin” uygulanmak istendiği ülkemizde, demokrasi / demokratlık, giderek güçlenen bir “Tek parti / Tek Adam” yönetimi ile gizlenerek işlev görmekte ve ivme kazanmaktadır. Diktatörlük çoğu zaman şiddet yoluyla gelse ve uygulansa dahi günümüzde AKP ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından kısmen demokrasi / demokratik yollardan yeniden üretilmektedir. Sosyolojik açıdan da bakıldığında “itaatçi kültürün siyasal kültüre de hâkim olarak baskı kurması ve devletin işleyişindeki mekanizmaların haricinde milletin reflekslerini de bertaraf etmiştir. Bu durumda Newton’un “eylemsizlik yasası”nı anımsatmak isterim:
Bir cisim hareketsiz ise ve hiç bir kuvvet ona etki etmiyorsa, o cisim hareketsiz kalmaya devam eder;
Bir cisim düzgün doğrusal bir hareket (bir doğru boyunca sabit bir hızla hareket) yapıyorsa ve hiç bir kuvvet ona etki etmiyorsa, o cisim düzgün doğrusal hareketine devam eder.(5)
Eğer bir ülkedeki mevcut siyasal rejim (demokratik parlamenter sistem) zaten demokratik ise, o halde söz konusu Türkiye’de ısrarla ve defaatle başka bir demokratik sistem olarak lanse edilen “başkanlık sistemine” neden geçilmek istenmektedir? Bu sorunun cevabına da TBMM’ye bakarak değerlendirmeye çalışalım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne baktığımızda, “Başkanlık sistemini” ısrarla isteyen iktidar partisi AKP ve adeta siyasi ortağı haline gelmiş olan terör örgütü PKK’nın meclisteki siyasi uzantısı olan BDP görülmektedir. “Başkanlık sistemine” karşı olan diğer siyasi partiler ise, Türk kimliğini baz alan ve üniter-milli devlet yapısının korunması ve yaşatılması hassasiyetini taşıyan ayrıca iktidara geldiği Kasım 2002’den bu yana AKP’nin oluşturduğu “İslamcı Oligarşi” yapıdan rahatsızlık duyan Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisidir.
İktidara geldiği günlerde partisini ve tabanını “muhafazakâr-demokrat” olarak niteleyen AKP ve yetkilileri, özellikle kamuoyunda “Oslo görüşmeleri” olarak adlandırılan “Demokratik açılım” adı altında PKK terör örgütü ile müzakere sürecinin başlatılmasıyla da “tek partili-tek adamlı” dikta bir rejime doğru gittiği izlenmektedir
. AKP ve Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin beka ve istikbali ile ilgili son derece önemli bir konuda, meclisteki milletin sesi olan diğer iki siyasi parti CHP ve MHP’yi yok sayarak, hem siyasi partilerin hem de Türk milletinin rızasını ve onayını almadan Türk milleti adına “Halk böyle istiyor, analar ağlamasın” teranesi ile otoriter bir sistemin Türkiye’de hâkim olacağının sinyalleri vermişti zaten.
Tüm bu tespitler ve analizler bizlere göstermektedir ki; Türkiye’de “Başkanlık sistemi”nin yeniden gündem maddesi yapılarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir siyasi parti genel başkanı edasında meydanlarda ve katıldığı etkinliklerde, “Bana 400 vekil verin yeni bir Anayasa ve Yeni bir Türkiye’yi birlikte inşa edelim” söylemleri ile Türkiye’yi ve Türk milletini, halkında onaylayacağı “demokratik bir diktatörlüğe” sürüklediğidir.
Sonuç itibari ile yaklaşan 07 Haziran 2015 seçimleri ve sonucunda sandıktan Türkiye için yanlış bir karar çıkacak olması demek, “etnik-otoriter merkezli bir federasyona dayanan başkanlık rejimi”nin kaçınılmaz olduğudur.
Bu duruma göre milli-üniter devlet yapısı tasfiye edilecek olması, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması, özerk Kürdistan’ın kurulması süreçlerinin de hız kazanacak olması anlamına gelmektedir.
Kasım 2002’den bu yana AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Türkiye, “adı konmamış bir diktatörlük” yaşamaktadır. Kafa karıştırıcı söylemler, diplomatik diller, kavramlar ve olgular “başkanlık sistemi”nin pek de hayırlı olmadığının işaretlerini vermektedir.
Türk siyasi tarihi “tek adam” yönetimi ile çözüm olmadığını çok açık göstermiştir. Yılların devlet ve siyaset gelenekleri, tecrübeleri ile demlenmiş hukuk düzenimizi, anayasamızı (Eksiklikler vardır giderilir) Recep Tayyip Erdoğan’ın ihtirası, arzuları, hevesleri uğruna feda edemeyeceğimiz gibi, Türk milletinin kaderini, Türkiye Büyük Millet Meclisi sisteminden alıp çok isimli “tek adam” olma heveslilerinin alev alev yanan ihtiraslarına terk etmek yüce Türk milletini “kurtuluş savaşı” öncesine gömmektir.
Özellikle son zamanlarda Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik, “Son Osmanlı padişahı, ikinci Atatürk, kutsal ve mübarek insan, dünya lideri” gibi aşırı, radikal ve bağnaz söylem ve yakıştırmalar “başkanlık sistemi”nde, AKP tabanında ne denli yer bulduğunun da bir göstergesi olmuştur. Sadece parti tabanında kalmayıp teşkilatlar bünyesinde de haddini aşan yakıştırmalar mevcuttur.
Mesela; AKP Düzce Milletvekili Fevai Arslan: “Dünya liderliği kabiliyetinde ve Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var.” AKP Trabzon Of ilçesi Belediye başkanı Oktay Saral: Allah, başbakanımızı bizim başımıza nasip ettiği için her gün iki rekât şükür namazı kılmamız gerekir.” AKP Genel başkan yardımcısı Süleyman Soylu: “Allah’a yemin ederim ki, Erdoğan Türkiye’nin ilelebet, ezeli ve ebedi başkanıdır.” AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin: “Sayın Başbakan’a (Recep Tayyip Erdoğan) dokunmak bile inanın bence ibadettir. Kanımız ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a o kadar bağlıyız ve aşığız ki, bizim için adeta ikinci peygamberdir.” Bu tarz söylemler, mesnetsiz ve haddini aşan yakıştırmalar, uçuk / kaçık saplantılı yaklaşımlar Recep Tayyip Erdoğan’ı, adeta tarihten örnekler ile anarak ve kutsallaştırarak diktatörlüğünü meşrulaştıran yarınlara hazırlamaktadır. Bu konuda
Prof.Dr. Emre Kongar’ın şu sözleri durumun vahametini gözler önüne sermektedir. “Ayrıca unutmayın sandığı neyin önüne koyarsanız, içinden o çıkar. Aşiretlerin önüne koyarsanız, aşiretler çıkar. Mezheplerin önüne koyarsanız, mezhepler çıkar. Tarikatların önüne koyarsanız, tarikatlar çıkar. Yağmacı değerler sisteminin önüne koyarsanız, yağmacılar çıkar. Tarikatlara ve yağmacılara bağımlı Oligarşik siyasal partilerin önüne koyarsanız, dinci yağmacılar çıkar.”(6) demektedir.
Bu durum dikkate alındığında ki özellikle son zamanlarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerine de bakıldığında, Başkanlık sistemini ‘’Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ sözünü de kullanarak Türk milletinin önüne referandum olarak getirecekleridir. İşte tam da bu nokta da “Kazananın her şeyi alacağı, kaybedenin ise her şeyi kaybedeceği” bir dönüm noktası Türkiye’yi bekleyecek olmasıdır. Ancak inanıyor ve ümit ediyoruz ki, Türk milleti adı konmamış diktatör yönetime bir fren ve denge ayarı vererek tarihi sorumluluğu yerine getirmiş olacaktır. (Alaettin ARSLAN Eyüp Flaş Haber)
Etiketler. (Alaettin ARSLAN Eyüp Flaş Haber)
http://eyupflashaber.com/
Mustafa Taviloğlu koleksiyonu Eyüpsultan’da sanatseverle buluşuyor
Koleksiyoner Mustafa Taviloğlu’nun 50 yılı aşkın süredir biriktirdiği eserlerden oluşan “Taviloğlu Koleksiyonu: Bir Koleksiyoner Hikayesi”nin …