Bir akşam vaktiydi odama süzülen ıssızlığa kulak kesildim, zamana dair tüm esintileri ve tüm korkularımı arşa sürdüm… Uykudan uyandığımda artık ben değildim geride kalan benle ikimiz ayrışmıştık…
Acıklı bir senfoniydi kulağıma çalınan melodi, öyle ki bin yıllık zulümdü geride kalan ve kavimler kapısından buyana var olan asasına dokundun ruhuma, asa bir anda yeninden ölümle yaşamı var eden ırmağa götürdü bizi…
Neydi bu efsunlu geceye inat beni uyandıran çığlıklar, korkular ve hayallerin binlerce yıllık ezgiyle doğuşu, anne şefkatiyle sarmalayan… Senmişsin meğer vakti gelen kişi…
Vakti dolanlar için gelen sen
Zamanı ulu var edicisi
Parlaklıkların altında yükselen nadide ışık seli, zamanının ötesine taşı beni, en saf öpücüğünle kutsa, var et yeniden kutsanmışlarının suyunda…
Neden geç kaldın?
Neydi bu beyhude çabaya iman?
İşte orda yükselen senin kıyında duran ışık mı?
Ey parlak ışık yeninden sev beni, zamanının ötesinden getirdiğin ıssızlıkla sarmala ve yeninden doğuran gücünle vaftiz et ruhumu ışığınla uyanırken uykudan…
Parlak ışığınla yok et beni…
Bin yıldır beklediğim ulu ışık, nadide sevgilim – zamanının ötesinden getir bana kayıp esintilerini, ey ışık saçan sevgili zaman sensin desem eksik kalır…
Parçala kalbimi eskiye dair ne varsa
Parçala bedenimi eskiye dair ne varsa
Parçala ruhumu eskiye dair korkulardan arındır
Yeninden doğur var edici gölgenle…
Bin yıllık bekleyişimize dair bir ışık yak, deniz feneri misali yükselen ışığınla umut aşıla bizlere, sen ki kimsesizlerin kimsesi, nadide sevgilim kuşat bizleri…
Gölgeler diyarından
Faniler diyarına yeniden geç
Kuşat bizleri, ulu bilgeliğinle
Sevgindir göğe yükselen iradenin umut ışığı, senle ki bin yıldır ararız bir birimizi, vakti gelen kişi, ey ulu sevdam, ey ruhuma darağacı olan ırmak perisi sen misin beni uyandıran
Vakti gelen kişi…
Hoş geldin.
Ateş ve gölgeler diyarının
Perisi.